Daha profesyonel bir site kurulumu için
3 Temmuz 2010 Cumartesi
Kütük
Kütük 0
by:Prayag Verma
Alacakaranlık içinde sivri siyah bir kayanın belli belirsiz hayali gibi yükselen Şalgo Burcu uyanıktı. Vakit vakit inlettiği trampete boru seslerini akşamın hafif rüzgârı derin bir uğultu halinde her tarafa yayıyor… Kederli bağırışmalarıyla ölümü hatırlatan küfürbaz karga sürüleri bulutlu havanın donuk hüznünü daha beter artırıyordu. Mor dağlar gittikçe koyulaşıyor kuşsuz ormanlar kaçan yollar ıssız korular sanki korkunç bir fırtınanın gürlemesini bekliyorlardı. Burcun tepesinde beyazlı siyahlı bir bayrak can çekişen bir kartal ıstırabıyla kıvranıyordu. İki bin kişilik muhasara ordusunun çadırları kaleye giden geniş yolun sağındaki büyük dişbudak ağaçlarının etrafına kurulmuştu. Yerlere kazıklanmış kır atlar yabancı kokular duyuyor gibi sık sık başlarını kaldırarak kişniyorlar tırnaklarıyla kazmaya çalıştıkları toprakların nemli çimenlerini otluyorlardı. Dallarda kırmızı çullar sırmalı eğerler asılı duruyordu. Cemaatle kılınmış akşam namazından dağılan askerler çadırların arasından gürültü ile geçiyorlardı. Kısa emirler çağırılan isimler bir söz… başlayacak suskunluğu bozuyor atların yanında itişen birkaç gencin şen naraları duyuluyordu. Çifte direkli yeşil çadırın kapısı önüne serilmiş büyük bir kaplan postu üzerinde kehribar çubuğunu fosur fosur çeken koca bıyıklı iri vücutlu ateş nazarlı şair kumandan gözlerini şişman bir askerdi. İşte kaç hafta oluyor kumandanının “Göndersdref Baronu Erasm Tofl’u beraber vurmak” teklifini içeren mektubunu tek başına paşa çok meşguldü. Zaman bulup cevap verememişti. Dregley Kalesini sarıyordu. Kuşatmanın başlangıcından sonuna kadar hazır bulunan kahya şimdi orada gördüklerini söylüyordu; bu kale sarp gayet dik bir kayanın üzerine yapılmıştı. Arslan Bey sordu: “Bizim kaleden daha yüksek mi?” “Daha yüksek beyim.” Kumandanın “Bizim kale” dediği henüz çırpınan bayrağına hasretle baktığı Şalgo Burcu idi. Fakat o Mihal Terşi Etiyen Soşay nasıl kendisine kuleyi teslim etmişler; nasıl kahramanlığını bir kalenin karşısında çok duramam” dedi “Hiç sabrım yoktur. Ama Ali Paşa çok sabırlı maşallah!” Kâhya başını kaldırdı: “O da sabırsız… Ama ne yapsın? Dregley pek yalçın pek sarp… Borsem Dağları içinde baş kale bu imiş diyorlar.” “Paşa muhafızlara önce teslim teklif etmedi mi?” “Etti. “ “Kabul etmediler mi?” “Hayır etmediler.” “Kalenin kumandanı kimdi?” “Zondi isminde bir kahraman…” “Ben onların kahramanlıklarını bilirim. Verdikleri sözü tutmazlar… Vire’yi bozarlar. Elçiye hakaret ederler.” “Hayır Arslan Bey teslim teklifini kiminle gönderdi?” “Papaz Marten Uruçgalo ile…’ “Ne ise… Türk elçi gönderseydi mutlaka kafasını keserler kale bedenlerinden aşağı fırlatırlardı.” “Paşa Türk elçisi gönderseydi Zondi bunu yapmazdı.” “Ne biliyorsun?” “Papaz Marten’e söylediği sözlerden anladım? “Ne demiş?” . “Demiş ki; git paşaya söyle. Bana teslim teklif etmesin. Bir askere bundan büyük hakaret olamaz. O nasıl savaş adamı ise ben de savaş adamıyım. Ya ölürüm ya galip gelirim. Ama görüyorum ki benim işim bitti. O durmasın yıkılacak kalenin taşları altında kalmak isterim.” “Sahi namuslu bir askermiş…” Kâhya; “Yalnız namuslu bir asker değil Arslan Bey” dedi “Hem de gayet yüce ruhlu bir mert.” “Nasıl?…” “Bakın anlatayım. Papaz Marten ordugâha ret haberini getirmek için dönerken Zondi onu tutmuş. Eskiden esir aldığı iki Türk delikanlısını yanına getirmiş. Bunlara gayet kıymetli erguvani elbiseler giydirmiş. Ceplerini altınla doldurmuş. ‘Al bunları paşaya götür. Benimle beraber ölmelerini istemiyorum. Çok yiğit gençlerdir. Terbiyelerine dikkat etsin. Devletine iki büyük asker yetiştirmiş olur’ demiş.” “Sahi yüce bir adammış…” “Sonra elimize diri geçen esirlerden işittik: Kalenin avlusuna silahlarını gümüş takımlarını en kıymetli eşyalarını yığarak yakmış. Ahırındaki savaş atlarını ağlayarak kendi eliyle öldürmüş. Son hücumda bizim asker kalenin kapısını zorladı. Kırdı. Yeniçeriler bir kurşunla yaralanan Zondi’yi diri diri yakalamaya çok çalıştılar. Ama mümkün olmadı. O diz üstü sürünerek her tarafı kılıçla mızrakla delik deşik olup ölünceye kadâr vuruştu.” “Demek paşa bu mert düşmanla konuşamadı.” gittikçe kararıyordu. Yamaçlardaki dağınık gölgeler hıçkıran dereler bir kahkaha alacağı kalenin sallanan bayrağına dikmişti. Karşısında diz çökmüş kâhyasının anlattıklarını dinliyordu. Ordugâha yarım saat evvel dörtnala gelen bu adam yaşlı Hadım Ali Paşa’ya götürmüştü. Ama burasını birkaç gün içinde zaptedeceğini iyice biliyordu. Daha birkaç hafta önce Boza Kulesi’nde hücumlarına karşı durmak isteyen Adrenaki cesaretini alkışlayarak iyi davranışına teşekkürler ederek çekilip gitmişlerdi… “Ben Zondi bildiklerinizden değil. Çok mert bir adam. “ “Paşa bütün kuvvetiyle hücum etsin. Ben mutlaka
You Might Also Like
Yorum Gönder
Masaloku.blogspot.com bir yazım paylaşım blogudur. Eğer siteki paylaşımlardan bir ya da birden fazlasının T.C. yasalarına aykırı olduğunu veya yayınlanmasında diğer yasal ya da etik engeller olduğunu düşünüyorsanız lütfen site yönetimi ile iletişime geçiniz
leventekce @ yandex.com
leventekce @ yandex.com
Masalların faydaları...
• Masallar, zor durumlarla başa çıkabilme, dinleme ve akıl yürütme becerilerini artırıyor.
• Dil gelişimine katkıda bulunuyor.
• Düşünce gücünün gelişmesini destekliyor.
• Çocuğun hayal dünyasını zenginleştiriyor.
• Dinleme ve akıl yürütme yetileri ile entelektüel birikimlerini geliştiriyor.
• Dil gelişimine katkıda bulunuyor.
• Düşünce gücünün gelişmesini destekliyor.
• Çocuğun hayal dünyasını zenginleştiriyor.
• Dinleme ve akıl yürütme yetileri ile entelektüel birikimlerini geliştiriyor.